Muğla Büyükşehir Belediyesi’nin 7 Mart 2020 tarihinde düzenlediği “Muğla Deprem Çalıştayı’nın sonuç bildirgesi açıklandı. Alanlarında uzman isimlerle gerçekleştirilen çalıştayda Muğla’nın Deprem Jeolojisi, Tarihsel ve Güncel Depremleri, Fay Araştırmaları ve Riskli Yapılar, Kentsel Dönüşüm, Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği, Risk Yönetiminde Toplum Katılımı, Japonya-Türkiye arasında Deprem Farklılıkları gibi konular ele alındı.
Çalıştayda, Türkiye’nin metrekareye düşen deprem tehlikesi açısından dünyada 17. sırada, ancak depremlerde meydana gelen can kaybı açısından dünyada 3. sırada olduğu vurgulandı. Muğla’da da deprem tehlikesinin bulunduğu ve tehlikeyi oluşturan başlıca beş ana fay sisteminin olduğu ifade edildi. Bu fayların Mw: 7-8 büyüklüğüne ulaşan depremler üretebileceği belirtildi. Bu çerçevede, Muğla merkez ve köylerinde gerekli önlemlerin alınması ve yapıların sağlam olması halinde Muğla’nın depremlerden en az hasarla çıkabileceği ifade edildi.
Muğla’da, depremlere karşı güvenli bir büyükşehir oluşturmak için, kırsaldan kente uzanan ve sivil toplumu sürece dahil eden uygulanabilir eylem planlarının oluşturulması gerektiğinin altı çizildi. Ayrıca, Muğla’nın deprem riskini azaltabilmek ve depremle baş edilebilirlik kapasitesini arttırmak için eylem planlarının, deprem öncesine odaklı olması gerektiğinin önemi vurgulandı.
Deprem Çalıştayına Doç. Dr. Deniz Ülgen, Dr. Murat Esen Aksoy,Prof. Dr. Naci Görür, Mimar-Yazar Cengiz Bektaş, Yüksek Mimar-Yüksek İnşaat Mühendisi Yoshinori Moriwaki, Dr. Ebru Harmandar, Prof. Dr. Murat Balamir konuşmacı olarak katılmıştı.
Yerel ve ulusal basında çok ses getiren Muğla Deprem Çalıştayı sonuç bildirgesi Muğla Büyükşehir Belediyesi tarafından açıklandı:
Türkiye depremde verilen can kaybı açısından dünyada 3. sırada
Türkiye, Afrika ve Avrasya levhalarının birbirine yaklaşması ve arada yer alması nedeniyle yoğun bir deformasyona maruz kalmaktadır. Bu deformasyon, Kuzey Anadolu Fayı, Doğu Anadolu Fayı ve Ege bölgesindeki faylarda oluşan depremlerle gerçekleşmektedir. Bu nedenle Türkiye’de çok deprem meydana gelmektedir. AFAD’ın “Türkiye’de Afet Yönetimi ve Doğa Kaynaklı Afet İstatistikleri” raporuna göre 1900-2017 yıllarında ülkemizde en az 6.0 büyüklüğünde 210 deprem meydana gelmiştir. Bu depremlerde 86 bin 802 kişi yaşamını yitirmiş ve 597 bin 865 konut ağır hasar görmüştür. Türkiye, son on yılda meydana gelen (5.5 ve üzeri büyüklükteki) deprem sayısı açısından karşılaştırıldığında dünya genelinde 6. sıradadır; ülkelerin yüzölçümü dikkate alındığında ise 17. sıradadır. Bu konuma karşın, depremlerde verilen can kaybı açısından 3. sıradadır. Bu durum, Türkiye’nin deprem güvenli kentler oluşturamadığını ortaya koymaktadır.
Muğla’da deprem tehlikesi oluşturan faylar var
Muğla’yı etkileyebilecek deprem kaynakları iki grupta özetlenebilir; 1- Muğla ili içinde yer alan deprem kaynakları, 2- Muğla’nın komşu illerinde yer alan deprem kaynakları. Muğla ili içinde yer alan ve yıkıcı deprem üretebilen beş ana fay zonu bulunmaktadır. Bunlar, Fethiye-Burdur fay zonu, Gökova fayı, Muğla-Yatağan fayı, Milas fayı ve Fethiye’de deniz açıklarında bulunun Helenik dalma-batma zonudur. Bu faylar MTA’nın tanımlarına göre aktiftir ve son 10 bin yılda yıkıcı deprem üreten faylar olarak kayıtlara geçmiştir. AFAD ve Kandilli Rasathanesi, Muğla bölgesinde 20’ye yakın deprem ölçüm istasyonu kurarak bu fayları izlemektedir. Mekanizmaları ve üretebilecekleri deprem büyüklükleri açısından ele alındığında bölgedeki fayların en çok Mw: 7 büyüklüğünde depremler üretebileceği ön görülmekle birlikte geçmişte, Helenik yay üzerinde büyüklüğü Mw: 7.3 ‘e kadar ulaşan depremlerin meydana geldiği bilinmektedir. Aktif fayların doğru tanımlanabilmesi için, fayların kaç yıl arayla yıkıcı deprem ürettiği, en son ne zaman kırıldığı, bu depremlerde ne kadar kaymanın meydana geldiği gibi ilave bilgilerin elde edilmesi gerekmektedir. Faylar için atfedilecek deprem tehlikesi ancak bu tür nicel verilere dayandırıldığında mühendislikte kullanılabilir hale gelmektedir.
Kentsel Dönüşüm, Deprem Odaklı ve Kapsamlı Yapılmalı
Günümüzde birçok kentte, yapı stokunu iyileştirme amaçlı kentsel dönüşüm faaliyetleri gerçekleştirilmektedir. Ancak bu tür iyileştirme çalıştırmaları bir şehri deprem güvenli hale getirmesi için yeterli değildir. Uygulanacak kentsel dönüşüm, kentin tüm bileşenlerini deprem güvenli hale getirmelidir. Deprem odaklı bir eylem planı çerçevesinde kentsel dönüşüm, halkı, yönetimi, kent altyapısını, yapı stokunu, çevreyi ve kent ekonomisini kapsamalı ve depremin vereceği hasarı tüm bu bileşenlerde en aza indirgeyecek şekilde yapılmalıdır. Ancak bu şekilde kapsayıcı bir kentsel dönüşüm projesi uzun yıllar sağlıklı olarak hizmet edebilecektir.
Ülkemiz Depreme Karşı Önlemde Geri Kaldı
Türkiye’de en büyük riski yüksek nüfuslu kentler yaşamaktadır. Özellikle 1950’li yıllardan sonra kentler betonarme teknolojisinin aldatıcı kolaylığıyla hızla büyürken, coğrafyamızın endemik tehlikesi olan depremle karşı karşıya kalmaya ve sınanmaya başlamıştır. Bu süreçte, Uluslararası Afet Politikası yepyeni bir çığır açarken Türkiye bu politikalara ayak uyduramamış, doğru siyasal ve teknik stratejileri geliştirememiştir. Örneğin, ülkemizdeki deprem sigortası sisteminin afet sonrası kefen parası veya yara sarmayı sağlayan bir kaynak olarak kullanması ve dünya genelinde olduğu gibi deprem risklerini azaltmak için yatırım yapılan bir kaynak olarak kullanmaması siyasal bir stratejidir. Benzer şekilde yasal ve kurumsal yapılaşmamız afet politikaları açısından kusurludur. Deprem risklerini azaltma çalışmaları kentin tüm unsurlarını kapsayacak nitelikte ve çok disiplinli olarak yürütülmelidir. Ayrıca kentler, Depremle Başedilebilirlik Kapasitesi yüksek, yani deprem sonrası olağan koşullara geri dönebilme hızı yüksek şekilde tasarlanmalıdır.
Belediye Yönetimlerimizin Korunma ve Risk Azaltma Konularındaki Kararlara Toplum Katılımını Sağlaması Büyük Önem Taşımaktadır
Özellikle Büyükşehir Belediye yönetimlerinin bölgelerinde kurulu STK ve diğer kuruluş temsilcilerinden oluşan “afet platformları” kurması ve sorumlulukları paylaşma yoluna gitmesinde dünyanın pek çok ülke ve yerleşmesinde uygulandığı gibi sayısız yararlar olduğu görülmektedir.
Deprem Güvenli Kent ve Depremle Başedilebilirlik Kapasitesi yükseltme odaklı eylem planları oluşturulmalı
Risk yönetiminde ilk adım tehlike tespitleri olmalıdır. Yalnızca acil duruma hazırlanmak eksik ve siyasi bir anlayıştır. Deprem Güvenli Kent ve Depremle Başedilebilirlik Kapasitesi yüksek yerleşimlerin oluşturulması öncellikli anlayış olmalıdır.
Afetlere ilişkin eylem yöntemlerinin plan türlerine bakılacak olursa:
-Acil Durum Planı: Acil durum yönetimi mülki otoritelere verilmiş bulunmakla birlikte, bu görevin yalnızca hizmet ekipleri oluşturulmasıyla yürütülmesi yaklaşımı bir plan oluşturmaz ve yetersiz kalır. Bu nedenle özellikle büyükşehir belediye yönetimlerinin mekânsal bilgilere dayalı gerçek planlar hazırlaması önemli bir gereksinmedir.
Bu amaçla, mekânsal analizleri ve mekânsal acil durum eylem planları yapabilmek için coğrafi bilgi sistemleri kapsamında bir veritabanın oluşturulması önemli bir ön koşuldur. Bu veritabanında, yapı nitelikleri, kullanım türleri, sigorta durumları, imar barışı durumu veya kaçak yapılaşma gibi çok yönlü bilgiler yer almalıdır.
-İyileştirme Planı: Kurgulanan bir afet senaryosuna göre, olay sonrasında nasıl bir iyileştirme sürecinin yürütüleceğinin planlanmasıdır.
-Sakınım Planı: Sürekli olarak risk azaltmayı düşünen ve onunla ilgili uygulamaları sürdüren ilke ve projeleri ortaya koyan bir plandır.
-Dirençli Toplum Planı: Toplumun bütününün uzun vadede yasalarıyla ve kurumlarıyla risklerle daha başarılı başa çıkabilmesi için gereken bir kurguya yönlendirilmesidir.
Özetle, Muğla’da Türkiye’nin birçok ilinde olduğu gibi yıkıcı depremler üretebilecek faylar mevcuttur. Deprem risklerini azaltma çalışmalarının başarılı olmasının ön koşulu bu fayların deprem tehlikelerinin nicel verilerle tanımlanmasıdır. Afet yönetimi kapsamında deprem sonrası stratejiler dışında deprem öncesinde risk azalt stratejileri geliştirilmelidir. Bu çerçevede uygulanacak kentsel dönüşümler kentin tüm bileşenlerini deprem güvenli hale getirmelidir. Yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği halinde sorumlulukları paylaşmalı ve depreme dirençli toplum oluşturmaya önem vermelidir. Bu eylem planlarında Deprem Güvenli Kent ve Depremle Başedilebilirlik Kapasitesi yüksek yerleşimlerin oluşturulması öncellikli anlayış olmalıdır.